Freitag, 11. Mai 2007

Her Türlü Şiddet’e Hayır

İlk kez, gözüme çarptı Akp’nin şu yazılaması: Her Türlü Şiddet’e Hayır.

Ve güldüm.

Tabi birçok nedeni vardı gülmemin. Mesela,

Akp’nin o baya bir şovenist popülizmlerinden birine rastgelmem,

Tayyip Bey’in “Askerlik Yan Gelip Yatma Yeri Değildir” söyleminin hatrıma gelmesi,

İslamcı bir tabana sahip olan Liberal Akp’nin “Zulme Karşı Direniş” yerine “Zulme Karşı Yavşayış”‘ı getirmeye çalışması, ( ki zaten bunu İsrail’i şakşaklayarak yapmamamış mıydılar? )

Burjuvaca Şoven içi boş, yanılsatmacı bir hümanist tavır takınma çabası,

bu nedenlerden birkaçı olarak sayılabilir. Ama hepsinden çok yüzsüzlükleri beni gülmeye zorladı.

Burada kastedilen şiddetin vurgusunun fiziksel şiddet üzerine olduğu aşikar. Biz olaya biraz daha bütünleşik bir vizyondan bakalım.

İlk önce şiddete karşı şiddet durumunu ele alırsak, Filistin Direnişi bu konuda en ön sırayı alacaktır. İsrail Devleti’nin ve müttefiği Abd’nin emperyalist saldırılarına on yıllardır maruz kalan Filistin Halkı, her türlü arenada, devletler arası kuruluşlar, sivil toplum, enternasyonel dayanışma olsun mücadelesini barışçıl yollardan halletmeyi denemedi mi? İsrail Devleti, her defasında bu çabalarla topla, tüfekle yanıt vermedi mi? Öyleyse, Filistin Halkı bugün varlığını askeri bir mücadeleyle sürdürebiliyorsa, bu araçsal şiddete hayır demek, onlara terörist demek nasıl bir yüzsüzlüktür? Burjuvalar elbette Filistin Halkı’na, bizim kontrolümüzde olan Birleşmiş Milletler’de, Bizim kontrolümüzde olan Parlementolarımızda arayın diyecektir haklarınızı. Sizin alabileceğiniz hak, bizim size vereceğimiz kadardır diyecektir, işte o anda onurlu Filistin Halkı, 63 yaşındaki ninesini gönderecektir savaşmaya.

İkinci sırada şiddete karşı pasifist direniş yer alır. Çoğumuzun aklına Gandhi gelecektir sanıyorum, hayatı boyunca şiddet karşıtlığı ve insancılığıyla tanınan bu güzel insan. Bu direniş şeklinin saptırılmış şöyle bir yanı vardır ki, evet, pasifist direniş bazen aktif direnişten daha etkili olabilir ve öyleyse o tercih edilmelidir. Ama aktif mi pasif mi direnişin daha iyi sonuç vereceği dönemin ve olayların koşullarına bağlıdır. Öyleyse dünyanın üzerinde her zaman her yerde pasif direniş yapılmalıdır demek, gerçekdışıdır nasıl ki aynısının aktif direniş için söylemesi öyle oluyorsa. Yeri geldiğinde bir tank üzerinize ilerlerken kıpırdamadan durmak zulme karşı direnişinize güç katar, bazen direnişinizi kırar öyle ki tankı patlatmalısınızdır o anda.

Üçünçü sırada ise şovenistlerin en çığırtkanlaştıkları direniş şekli vardır. Şimdi buna bir ad koymadan, şöyle bir örneği ele alalım. Bir memleket düşünelim, tüm üretim araçları, zenginlik kaynakları bir azınlığın mülkiyetinde, işgalinde. Bu azınlığın adı da burjuvazi olsun. Parlemento bu azınlığın kontrolünde, medya onların tekelinde. Yasalar onlar tarafından yapılmak, yürütme onlar tarafından. Bir tarafta da yoksul, hırpalanmış, zenginlerin mahkemelerinde yargılanmış bir halk var. Medyanın da yönlendirmesiyle, durumları düzelir diye oy vermişler her seçimde bir partiye. Oysa, tüm vaatler boşa çıkmış her defasında. Zaman öğretmiş bunu onlara, bu partilerden bir şey olmaz. Sonra, azınlığın vicdan mastürbasyonu (ve tabi gösteriş merakı) olarak görev yaptığı sivil toplum gelmiş. “Size bir ayakkabı getirdik, bir teki yok ama o kadar yoksulsunuz ki buna da muhtacsızındır diye düşündük” demişler. O anda anlamış ki halkımız, bunlardan da bir şey olmaz. İşte Açız, yoksuluz, eğitimsisiz, sağlıksısız diye haykırdılar duyan olmadı. Sonra solcular çıktı aralarından, bir parti kurdular, azınlık izin vermedi önceleri, saldı faşist sürülerini üstlerine. Sonra izin verdi ama medya imparatorluğunun etkisiyle köfte ekmek dağıtan adam yüzde 7 alırken onlar yani çoğunluk olarak halk yine bölünüp giremedi meclise. Eh, solcu olunca bunlar yani haklarını arayınca saldırdı azınlık-devlet köylerine, mahallelerine. İster açık ister örtülü faşizm olsun, geldiler karanlık gecelerde. İşte o an, aldılar silahları ellerine başka çareleri yoktu. Ekonomik yalıtılmışlık, kenarda bırakılmışlık, emeklerinin sömürülmüşlüğü bunların hepsi birer şiddetti, fiziksel şiddetten daha az zararsız olmayan birer şiddet. Onlar da denedikten sonra her şeyi var olmak için şiddete başvurdular. Duyulsun diye sesleri, fark edilsinler diye, azınlıkların kontrolünde olmayan silahsız bir dünya için çıktılar dağlara. Siz bu memlekete isterseniz zapatistaların meksikası deyin, istersen memed’leri anadolu’su isterseniz tüm dünya.

Kapitalizmin yarattığı ekonomik şiddet ve hırsızlık hasır altı edilirken, onu bırakın devletin faşist elinin halklara saldırısı göz ardı edilirken, halkın var olma mücadelesi nasıl bu içi boş şatafatlı mücadeleyle göz ardı edilebilir?

Öyleyse, bu dünyada her türlü şiddete hayır diyebilmek için, sınıfsal ayrımları, çelişkileri ortadan kaldırmak gereklidir. O zaman silahsız, sömürüsüz, sınırsız, devletsiz bir dünya düşünebiliriz. İşte günün koşulları öyle bir topluma ulaşabilmemiz için bize koşullar dayatıyorsa silahı bir araç olarak kullanmayı dayatmaktadır.

Akp, her türlü aracıyla halka şiddet uygulamaktadır, azınlığa huzur sağlarken. Elbette halkımız da bu şiddete verebileceği her türlü tepkiyi vermelidir, ister silahsız ister silahlı olsun. Elbette silahsız bir yöntem gönlümüzden geçendir ama parlementoları, medyası, devlet aygıtları ile her defasında halkı kandıran ve halkı sömürmeye devam eden bu azınlık ve onun partileri bunu mümkün kılmamaktır.

Sonuç olarak, Akp’nin halka bu kadar zulüm, bu kadar şiddet uygularken böyle bir yazılama yapabilmesinin tek izahı yüzsüzlükleri olabilecektir.

Not: Elbette araç olarak kullanılan şiddetsel direnişin de bir etiği vardır, etik sınırları vardır, bu ayrı bir konudur.

Keine Kommentare: